Sayfa İçeriği: Albert Camus Sözleri, Albert Camus Anlamlı Sözleri, En Güzel Albert Camus Sözleri, Kısa Albert Camus Sözleri, Filozof Albert Camus Sözleri, Albert Camus Kimdir
Fransız yazar ve filozof olan Albert Camus tarafından söylenmiş hayata dair en güzel ve etkileyici sözlerini siz değerli takipçilerimiz için bir araya derledik.
Albert Camus Sözlerini Facebook, İnstagram, Whatsapp ve Twitter, gibi sosyal platformlarda paylaşabilirsiniz.
Albert Camus (7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960), Fransız yazar ve filozof. Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir “varoluşçu” ya da “absürdist” olarak tanımlamaz. 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak, Rudyard Kipling’den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur. Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.
20. yüzyılın en güçlü Fransız yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913’te Cezayir’in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus’nün babası Alsaslı, annesi ise İspanyol’du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914’te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923’te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi’ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930’da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936’da tamamlayabildi.
1934’te Fransız Komünist Partisi’ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya’da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934’te Simone Hie’yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus’yle evlilikleri, Simone’nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935’te “İşçinin Tiyatrosu”nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939’da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.
1940’ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945’te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. II. Dünya Savaşı’nın henüz “Tuhaf Savaş” olarak adlandırılan ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris’in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941’de, komünist gazeteci Gabriel Péri’nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux’ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan “Yabancı” ve “Sisifos Söyleni”ni tamamladı. Camus, Bordeaux’yu 1942’de terk edip Cezayir’in Oran şehrine gitti ve ardından Paris’e döndü.
Camus II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’na karşı oluşmuş Fransız Direnişi’ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak “Combat” adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943’te gazetenin editörü oldu; fakat 1947’de “Combat” ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir. Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain’deki Café de Flore’u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika’yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre’dan da uzaklaştırdı.
Camus, 1949’da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve “Başkaldıran İnsan”ı yayımladı. Bu kitap, Fransa’daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre’la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus’yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti. Camus, 1950’lerde kendini insan haklarına adadı. 1952’de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya’yı üye olarak kabul edince UNESCO’daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insan dışı bir sertlik kullanan Sovyet metotlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, idam cezasına karşı savaşını sürdürdü.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954’te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan “siyah ayak”tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika’da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği’nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir’in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar’la “siyah ayak”ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.
Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız “L’Express” dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan “Düşüş” için değil, idam cezasına karşı yazdığı “Réflexions Sur la Guillotine” makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir’de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Camus, 4 Ocak 1960’ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında “Le Grand Fossard” isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu öldü. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus’yle birlikte öldü. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d’Azur’de gömülmüştür.
Bütün büyük olayların, büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı vardır.
Hiçbir şey, büyüklük kadar sade değildir; çünkü sade olmak, biraz da büyük olmaktır.
Kışın en soğuk zamanında, ben nihayet içimde yenemediğim bir yaz olduğunu öğrendim.
Bazılarının, sadece normal olmak için ne büyük çaba sarf ettiğini kimse fark etmiyor.
Geleceğe yönelik gerçek cömertlik, şu an mevcut olan her şeyden vazgeçmeyi içerir.
Bilirsiniz ki; en zeki insanlar bile yanındakinden bir şişe fazla devirmekten şeref duyarlar.
İnsanlarla uzun süre yaşayamıyorum. Sonsuzluğun payından bana biraz yalnızlık gerek.
Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın.
Şerefini bir yana bırakan inkılap, bu duygunun egemen olduğu kaynaklarına ihanet etmiş olur.
Yirminci yüzyılımız korku çağıdır. Diyeceksiniz ki korku bir bilim değildir, ama bu korkuda bilimin payı var.
İnsan tümüyle suçlu değildir çünkü tarihi o başlatmadı, ama tümüyle suçsuz da değildir çünkü tarihi sürdürdü.
İnsan da, yaşam da saçmadır; boşunadır, rastgeledir, sağlam hiç bir şey yoktur; ama yine de yaşamak gerekir.
Sanat bence en büyük sayıda insanı ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır.
Ne Faust, ne Don Kişot birbirini yenmek için yaratılmamışlardır ve sanat dünyaya kötülük etmek için icat edilmemiştir.
Geceler sonsuz değildir.
Ben dilimin sınırlarında nöbet beklerim.
Felsefe, utanmazlığın çağdaş biçimidir.
İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır.
İnancın yere düşerse silahın da yere düşer.
Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.
Gölgesiz güneş yoktur ve geceyi tanımak gerekir.
Gençlik kolay mutluluklar için parlak bir çağdır.
Kelimeler torba gibidir, içine konan şeyin şeklini alır.
Başarı kolay elde edilir, zor olan başarıyı hak etmektir.
Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.
Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ve uçurumdur.
Çekip gidene her şey mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir.
Bir insanı sevmek, onunla birlikte yaşlanmaya razı olmaktır.
Büyük olmanın yolu da, deha gibi çalışma ve alın terinden geçer.
Hepimiz öleceğimize göre, ne zaman ve nasıl olduğunun önemsizliği meydandadır.
Her özgürlüğün ucunda bir yargı vardır; işte bu yüzden özgürlüğün yükü çekilmez, çok ağırdır.
Bir adam karısına arabasının kapısını açıyorsa emin olabilirsiniz: ya arabası yenidir, ya da karısı.
İnsanlar gösterdiğiniz nedenlere, içtenliğinize ve acılarınızın ağırlığına, ancak; siz öldüğünüzde inanırlar.
Korkunç bir bırakılmışlık duygusu. Dünyanın bütün varlıklarını göğsüme sarsam bile, kendimi hiçbir şeyden koruyamazdım.
Basın özgürlüğü belki de özgürlük düşüncesinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş özgürlüktür.
Önümden gitme seni izleyemeyebilirim, arkamdan da gelme yol gösteremeyebilirim; yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.
Dostlarım, şimdi ben size büyük bir şey söyleyeceğim. Sakın kıyametin kopmasını beklemeyin, o her gün kopmaktadır.
Huzur, suskunluk içinde sevmek olabilirdi. Ama bilinç ve insan var; konuşmak gerekiyor. Sevmek cehenneme dönüşüyor.
Ben umutsuzluğu ve bu dertli dünyayı kabul etmeyerek, insanların birleşmesini ve kötü yazgılarına karşı savaşmalarını istiyordum.
İnsan kendisi için gerçek ve mutlak olan mutluluğa yaşamı boyunca yalnız bir kez erişir ve geri kalan tüm yaşamını bu mutluluğa tekrar ulaşmaya adar.
Resmi tarih oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil, Habil’i bugün öldürmüş değil, ama bugün kabil, Habil’i akıl uğruna öldürüyor ve onur madalyası istiyor.
İnsanın eninde sonunda alışamayacağı bir düşünce yoktur.
Aşk, akıllı aptal demeden tüm insanlara bulaşan bir hastalıktır.
Mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.
Yaşamak kendi başına bir değer yargısıdır. Nefes almak ise; yargılamaktır.
Politika ve sanat dünyanın düzensizlikleri karşısında başkaldırmanın iki ayrı yüzüdür.
Özgürlük gelecek umudu değildir. O, şu ‘an’dadır ve insanlarla ve şu andaki dünyayla uyumludur.
Dünyanın insandan başka anlamı yoktur. Hayat anlayışımızı kurtarmak istiyorsak, insanı kurtarmamız gerekir.
Ya tüm çırpınmalarını aşan daha yüksek bir anlamı vardır bu dünyanın, ya da bu çırpınmalardan başka hiçbir şey gerçek değildir.
Tarih insanların, düşlerin en aydınlık olanlarını gerçekleştirmek için giriştikleri umutsuz bir çabadan başka bir şey değildir.
Benim uğraşım, kitaplarımı yazmak, insanlarım ve halkım tehdit edildiğinde savaşmaktır. Hepsi bu.
Polemik yüzünden çoğumuzun gözünü perdeler bürümüş, artık insanlar arasında değil bir gölgeler dünyasında yaşıyoruz.
Dünyada her kötülük, hemen her zaman cehaletten gelir.
İnsanlar için en ideal düzen, onların mutlu olduğu düzendir.
İnsanın her gün yaptığı en iyi şey intihar etmemeye karar vermektir.
Zamanımdan ayrılamayacağımı anlayınca, onunla birleşmeye karar verdim.
Eğer bir ağa köleleri olmadan yapamıyorsa, ikisinden hangisi özgür bir insandır.
Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir.
Derin duygular da büyük yapıtlar gibi; bilinçli olarak söylendiklerinde daha fazla anlam taşır her zaman.
Ahlaka dair ne biliyorsam bunu futbola borçluyum. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.
Yazarlık sanatı korunması güç olan şu iki ödeve bağlı kalacaktır; bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak.
Bir kalıp düşünceyi işlemek, bir incelik üzerinde durmaktan çok daha kolaydır. Benim için kalıp düşünceyi seçtiler: Ben de saçma oldum kaldım.
Bir yazarım. Ben değil kalemim düşünür, anımsar ya da kuşatır.
Çağdaş siyasi toplum, insanları mutsuzluğa düşürme makinesidir.
Oldum olası içimde biri, tüm gücüyle hiçbir şey olmamaya çalışıyor.
Doktor “Sana bütün bunları kim öğretti?” Yanıt anında geldi; acı çekmek.
İnsanların bütün mutsuzluğu, kendilerini kalenin sessizliğinden koparan, kurtuluş bekleyişi içinde surlara atan umuttan gelmektedir.
İnsanın parası varsa çalışmak zorunda kalmaz. Böylece zamanı satın alır. Bu kalan zamanda da kendini mutlu edebilecek şeyleri yapar. Yani para mutluluğu satın alır.
Ölüm korkusunu aşmadıkça insan için özgürlük yoktur. Ama intihar ile değil. Bu korkuyu aşmak için kendini bırakmamak gerekir. Hiç burukluk duymadan, korkmadan ölebilmeli.
Sözün gelişi ‘dostlarım’ diyorum, dostum yok artık, sadece suç ortaklarım var. Onların da sayısı pek çoğaldı, bütün insanlar suç ortağım benim. En başta da siz geliyorsunuz. Kim yanımdaysa birinci odur.
İnsanlar ileri sürdüğünüz nedenlere, içtenliğinize, çektiğiniz acıların ağırlığına ancak siz öldükten sonra inanırlar. Yaşadığınız sürece durumunuz şüphelidir, çok çok sizden şüphe ederler, bu kadarına hak kazanabilirsiniz.
Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınlar…
Bir önceki yazımız olan Friedrich Nietzsche Sözleri başlıklı makalemizde Filozof Friedrich Nietzsche sözleri, Friedrich Nietzsche ve Friedrich Nietzsche kimdir hakkında bilgiler verilmektedir.
Yayınlanma Tarihi: 29 Eylül 2020
Kategori: Ünlü Sözler
Görüntüleme: 3821 Defa
Etiketler: Albert Camus Albert Camus kimdir Albert Camus sözleri Filozof Albert Camus sözleri